İşbu makaleyi “YBC 7289 No’lu tabletin 2. Çözümü” adlı makalemin 10-13. sayfalarındaki Atatürk’ün “Geometri” kitabında geçen “Dikeyin Çapı” ve “Dikeyin Çap Karesi” terimlerine ilişkin aşağıdaki Şekil 3’teki tarihi kaydı geç fark ettikten sonra ele almak, dolayısıyla bir dik üçgendeki kenarların isimlerini Eski Babil’den günümüze kadar bir incelemesini yapmak zorunda kaldım. Ayrıca Atatürk’ün Pisagor teoremini anlattığına ilişkin Resim 1’i görünce konuya merakım daha da arttı ve iş dedektiflik çalışmasına döndü. Çünkü araştırmama göre bunlardan başka bir kanıt bulamadım!
Eski Babil Döneminde Pisagor Teoremi
Neugebauer, “Vorlesung über Geschichte der vorgriechische Mathematik, 1928” kitabındaki “Bölüm 6: Babil Geometrisi”ne giriş bölümünün başlangıcını yazarken 4 Mayıs 1928’de el yazısıyla bir not çıkartmış ve bu ilk sayfanın altına yakın bir yerde Pisagor Teoremi’nin Eski Babil döneminde bilindiğini hayretle gözlemler (Bkz. “Otto Neugebauer’in Kağıtları, Kutu 1-Shelby White ve Leon Levy Arşiv Merkezi, Princeton İleri Araştırmalar Enstitüsü”):
Şekil 1. Neugebauer, 12. maddede Pisagor bağıntısının I. Babil Döneminde mevcut olduğunu yazar.
Neugebauer, I. Babil döneminde mevcut olan bu durumu şu şekilde ifade eder: “a²+b²=c² also Pythagoras in der 1. Dyn. Von Bab. (a²+b²=c², dolayısıyla I. Babil dönemindeki Pisagor bağıntısı)”.
Burada dikkat ederseniz Neugebauer, Pisagor bağıntısını A=a²+b²=c² şeklinde ele alır ve A sayısının karekökü için Heron’un yaklaşımından (Heronische Approx.) söz eder (Heron, Opera, p. 284). Fakat Heron adına atfedilen bu yaklaşık yöntemi de Eski Babil’den geliyordu. Çünkü Neugebauer, 9 Mart 1934’te “Vorgerische Mathematik” kitabındaki “2) Approx. von irrational. √a” parçasında √a’ya rasyonel yaklaşıklar için bir prosedür verir. O, bu prosedürü 1 Ocak 1945’te A. Sachs ile birlikte çıkarttığı “Mathematical Cuneiform Texts (Matematiksel Çiviyazı Metinleri)” adlı kitabının 42-43. sayfalarındaki “§ 4: Geometrical Problems/Simple Problems: a. Diagonal of a Square”de YBC 7289 no’lu tabletteki √2 için verilen 1;24,51,10 rasyonel yaklaşıklıklığını çözmek için aynen kullanır! (Bkz. Daha fazla bilgi almak için “YBC 7289 No’lu tabletin 2. Çözümü”)
Neugebauer, bu son kitapta “Chapter III. Problems-Texts/§ 2. Pythagorean Numbers” parçasında çözülmesi zor olan Plimpton 322 no’lu tableti şöyle okur:
Şekil 2. Neugebauer’in Plimpton 322 no’lu tabletini çevirmesi. Tabletteki hatalı sayıları ya da yazımları dipnotlarda gösterir ve doğrusunun ne olması gerektiğini belirtir.
Bu tablonun ilk satırındaki sütun başlıkları sağdan sola doğru şöyledir: “Mu-bi-im: Adı”, “şi-li-ip-tim: Köşegen”, “sag: Genişlik” ve “Eğer Neugebauer’in notasyonuna uyarsak a: Genişlik ve c: Köşegen için b yükseklik olmak üzere 1+a²/b²’ye karşılık gelen bir bilgi verilir”. Burada “ib-si sag/şi-li-ip-tim” başlıkları “Genişliğe/Köşegene ait sayısının çözümlenmesi” demektir. Buna göre Babillilerin bir dik üçgeni dikdörtgenin içinde aldıkları ve köşegene “Hipotenüs” yerine “şi-li-ip-tim: Köşegen” dedikleri sonucu çıkar. Bu sonuç ise bizi Atatürk’ün neden “Dikeyin Çapı” dediğine götürür!
Atatürk İle Birlikte Düşünmek!
Bilindiği gibi Atatürk, ölümünden 1.5 yıl önce son bir kültür hamlesine girişmiş ve Türkçe “Geometri” kılavuzunu hazırlamıştı. O sırada Atatürk’ün yanında bulunan TDK Başuzmanı Agop Dilaçar bu kılavuzun nasıl hazırlandığını şöyle anlatır: “Geometri kitabını Atatürk, ölümünden bir buçuk yıl kadar önce Üçüncü Türk Dil Kurultayı’ndan hemen sonra 1936-1937 yılı kış aylarında Dolmabahçe Sarayı’nda kendi eliyle yazmıştır.
1936 Sonbaharında bir gün Atatürk beni, Özel Kalem Müdürü Süreyya Anderiman’ın yanına katarak Beyoğlu’ndaki Haşet (Hachette) Kitabevi’ne gönderip uygun gördüğümüz Fransızca Geometri kitaplarından birer tane aldırttı. Bunlar Atatürk ile birlikte gözden geçirildikten sonra, yazılacak Geometri kitabının genel tasarısı çizildi. Bir süre sonra ben ayrıldım ve kış aylarında Atatürk bu eser üzerinde çalıştı. Geometri kitabı bu emeğin ürünüdür.”
Atatürk, bunu birtakım Fransızca geometri kitaplarını okuduktan sonra hazırladı ve 44 sayfalık yapıt ilk kez 1937’de solda orijinali üzerinde görülen “Geometri öğretenlerle, bu konuda kitap yazacaklara kılavuz olarak Kültür Bakanlığınca yayınlanmıştır” ibaresi altında “üçgen, dörtgen, beşgen, köşegen, eşkenar, ikizkenar, paralelkenar, yanal, yamuk, uzay, yüzey, düzey, çap, yarıçap, kesek kesit, yay, çember, teğet, açı, açıortay, içters açı, dışters açı, taban, eğik, boyut, kırık, çekül, yatay, düşey, yöndeş, konum, artı, eksi, çarp, bölü, eşit, toplam, oran, orantı, türev, alan, varsayı, gerekçe” gibi yeni Türkçe terimlerle Türk halkının karşısına çıktı!
Atatürk’ün dil çalışmalarını da yakından izleme olanağı bulan Agop Dilaçar, Atatürk’ün yazdığı geometri kitabı üzerine şunları söyler:
“Atatürk hep matematikle uğraşırdı. Eski geometri terimleri çok ağdalı idi. Ben bile uzun uzun bu terimleri okuduğum halde, şimdikiler karşısında güçlüğünü daha iyi anlıyorum. Pedagojide bir gerçek var: Fikir yolunun açık olması, bir ipucunun bulunması lazımdır. Yoksa bir külçe gibi çöker. Müselles kelimesini ele alalım. Arapça okullarımızdan kaldırılmıştır. Sülüs’ten müstak (türetilmiş) bir kelime olduğunu öğrenci nasıl bilsin? Arapça yoğurucu bir dildir. Örneğin müsteşrik, şark kelimesinden gelen bir kelimedir. Önüne, ortasına, arkasına birtakım ekler gelir. Bunun aslını bulmak başlı başına bir Arapça gramer meselesidir. Okullarımızdan Arapça, Farsça kaldırılmış olduğundan, öğrenci ‘Müselles’i kütle kelime olarak karşısında görecek; ‘Üç’ aklına gelmeyecektir. Ama müselles yerine ‘Üçgen’ dersek, bir ‘Üç’ var. ‘Gen’, Atatürk’e göre ‘Genişlik’ten alınmıştır; bir ipucu var. ‘Dörtgen’ dörtten gelmiştir; bir ipucu vardır. Eşit denk anlamına gelen ‘Eş’ten gelmiştir. Ama müsavi Arapça bir kelimedir. Bu sebeple Atatürk’ün prensipleri burada da doğru idi. Onun için bu en ağdalı olan bilim dalını ele aldı ve kitabı örnek olarak bıraktı.”
Atatürk terim çalışmalarının ülkedeki etkilerini fiili olarak da inceledi. Ülkedeki pek çok okulu ziyaret ederek öncelikle matematik derslerine girdi ve öğrencilerin dersteki başarılarını gözlemledi. 1937 yılında Kültür Bakanı Saffet Arıkan, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya, Sabiha Gökçen, İsmail Hakkı Tekçe ve yaveri Naşit Mengü eşliğinde bir heyetle Sivas Lisesi’ne gitti. Lisenin 9-A sınıfında programdaki Geometri (o zamanki adıyla Hendese) dersine girdi ve bu derste bir kız öğrenciyi tahtaya kaldırdı. Öğrenci, tahtada çizdiği koşut iki çizginin, başka iki koşut çizgiyle kesişmesinden oluşan açıların Arapça adlarını söylemekte zorluk çekip yanlışlıklar yapınca durumdan etkilenen Atatürk tepki gösterdi. “Bu anlaşılmaz Arapça terimlerle, öğrencilere bilgi verilemez. Dersler, Türkçe yeni terimlerle anlatılmalıdır” diyerek tebeşiri eline aldı, tahtada çizimlerle ‘zaviye’nin karşılığı olarak ‘açı’, ‘dılı’nın karşılığı olarak ‘kenar’, ‘müselles’in karşılığı olarak ‘üçgen’ gibi Türkçe yeni terimleri kullanarak, birtakım geometri konularını ve bu arada Pisagor teoremini anlattı.
Dikeyin Çapı ve Dikeyin Çapının Karesi
Fakat Atatürk’ün “Pisagor Teoremi” demesi mümkün değildir, çünkü Geometri kitabının 21. sayfasında dik üçgen için şunları yazmıştı:
“55. Dikey (Dik) Üçgen: Bir açısı dikey olan üçgendir.
Bir dikey üçgende, dikey açı karşısında bulunan kenara Dikeyin Çapı denir.”
33-35. sayfalarda da Dikeyin Çap Karesi hakkında şunları yazar:
“95. Prensip: VII – Bir dikey üçgende dikeyin çapı üzerine çizilen kare, üçgenin diğer iki kenarı üzerine çizilen karelerin toplamına eşittir.
96. 5, 4 ve 3 sayılarını ele alalım. Bunların kareleri 25, 16 ve 9’dur. 25 = 16 + 9 olduğundan şu sonuca varırız ki, bundan önceki prensibe göre, kendi aralarındaki oran 5, 4 ve 3 sayıları gibi olan üç çizgi ile bir dikey üçgen çizilebilir.
97. Bu 3, 4 ve 5 sayıları iki duvar arasındaki açının dikey olup olmadığını ortaya çıkarmaya yarar.
Açının içinde olduğu gibi dışında da işlemek mümkündür.
Duvarın dışında, DA çizgisinin uzantısı üzerinde 3 metre ve AB çizgisi üzerinde 4 metre alırız. Eğer
BC çizgisi 5 metreden daha az veya daha çok ise, iki duvarın açısı dikey değildir.
Açının içinde de aynı şekilde işlenebilir.”
Burada Atatürk’ün 55 ve 95-97’deki tanımları yaparken şu çalışmayı yapmış olduğuna dikkat edelim:
Şekil 3. Atatürk’ün Geometri kitabını hazırladığı günlerde aldığı notlardan bir bölüm. Bkz. “Atatürk’ün Geometri kitabı: Bilim dili Türkçe”.
Bununla birlikte aşağıdaki resim, Atatürk’ün Sivas lisesinin 9-A sınıfında Pisagor teoremini anlatırken çekilmiş bir resmi olabilir:
Resim 1. Atatürk’ün 19 Kasım 1937’de Sivas lisesinin 9-A sınıfında Saadet adlı sınıfın en çalışkan öğrencisine (ki onu bir başka resimde, Atatürk’ün önünde şurada daha açık bir şekilde görebilirsiniz) muhtemelen Pisagor teoremini anlatırken. Çünkü tahtadaki çizim kareye benziyor.
Atatürk Öldükten Sonra Ne Oldu?
Yüce Önderimiz Atatürk 10 Kasım 1938’de öldükten sonra Türk Eğitim Sistemi de vefat etti. Çünkü 11 Kasım 1938’de toplanan TBMM’ne katılan 348 milletvekilinin oybirliğiyle İsmet İnönü Cumhurbaşkanı seçildikten sonra Atatürk’e ve demokrasinin kurulacağına inananları şok etmiş ve bir avuç muhterisin haricinde kimse tasvip etmemişti. 26 Aralık 1938’de toplanan CHP Olağanüstü Kurultayı’nda yapılan tüzük değişikliğiyle Atatürk “Ebedi Şef” ve İnönü de “Führer” ve “Duce”nin Türkçe karşılığı olarak “Milli Şef” olarak ilan edilmiş, Atatürk dönemindeki politikacılar tasfiye edilmiş ve İnönü ekibi kurulmuştu. Böylece Atatürk dönemindeki “Türk Devrimi”nden vazgeçilerek Yunan-Latin kökenli sözde “Türk Hümanizmi” kültür politikalarına geçilmişti. Kültür politikalarında “Eski Yunan ve Roma Medeniyetine inmek” olarak tarif edilen bu hümanist anlayış Atatürk’ün ölümünden sonra resmi politika olarak görülmüştür. 2. Dünya Savaşının sıkıntılı günlerinde eğitim ve kültür hayatında Hümanizma temel ilke olarak kabul edilmiş ve geniş bir eğitim seferberliğine girilmiştir. Bu dönem aynı zamanda Atatürk’ün kültür politikalarının da tartışılmaya başlandığı süreç olmuştur (Bkz. “İnönü Dönemi Kültür Politikalarında Hümanizm”). Bu hengâme içinde ne olup bittiğini anlamaya çalışan Oktay Sinanoğlu (ki 1963’te Yale Üniversitesi’nde dünyanın en genç profesörü oldu ve ömrünü Türkçeye ve Türk eğitimine adamıştı), 10 yaşındayken başından geçenleri 69 yıl sonra anlatırken İnönü’yü ve kültür politikalarını yerden yere vurur (Bkz. “İkna Odası: Oktay Sinanoğlu ve Dilek Sinanoğlu-22 Mayıs 2014”).
Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’e göre modernleşmenin sağlam temellere dayanması milletin ruhça buna alışması için dünyanın en meşhur edebi ve felsefi eserlerinin Türkçeye kazandırılması gerekliydi. Bundan sonra yoğun bir şekilde dünya klasikleri Türkçeye çevrilmiştir. Örneğin arkeolojinin romanı olarak bilinen dünyaca meşhur C. W. Ceram’ın “Tanrılar, Mezarlar ve Bilginler” adlı kitabının Türkçeye çevrilmesi bu dönemde oldu.
Kelebek Etkisi!
Lord Carnarvon ve Carter bu kez baş başa verdiler ve bu yıllarca çalışıp nispeten bu kadar az şey elde ettikleri kazılarını büsbütün başka bir yere taşıyıp taşımamayı gerçekten düşündüler! Yalnız işçi kulübeleriyle çakmaktaşı yumrularının bulunduğu VI. Ramses’in mezarının eteğindeki yer hala araştırılmadan duruyordu. Uzun kararsızlıklardan ve birçok kez vazgeçilen kararlardan sonra, yalnız tek ve gerçekten sonuncu bir kışı daha buraya bağlamak düşüncesinde birleştiler.
1 Kasım 1922. Sonra “Vadi”nin tam 6 kış önce işaret etmiş oldukları noktasına kazmayı vurdular: Kulübelerin ve çakmaktaşlarının bulunduğu yere! Sonunda, 6 yıl boyunca yapabilecekleri bu işi yapınca, yani işçi kulübelerini kaldırınca, daha kazmayı vurur vurmaz, Tut-enkh-Amun’un mezarının girişini buldular; Mısır’ın en zengin kral mezarının! Carter şöyle yazar: “… Bu buluşun böyle birdenbire oluşu bana bir çeşit uyuşukluk verdi; ertesi ay da öyle olaylarla doluydu ki, düşünmeye hemen hemen vakit bulamadım.”
Resim 2. Tutankhamun’un mezarının girişi. Bkz. “How Howard Carter Discovered King Tut’s Golden Tomb”. Türkçesi “Howard Carter, Tutankhamun’un Mezarının Nasıl Keşfetti?”.
3 Kasım 1922’de Carter -ki Lord Carnarvon o sırada lngiltere’deydi- işçi kulübelerini yıkmaya başladı. (Bunlar XX. sülale zamanı kulübelerinin kalıntılarıydı.) Ertesi sabah ilk kulübenin altında bir taş merdiven basamağı bulundu. 5 Kasım öğleden sonra, bir mezarın girişinin bulunduğundan hiç kuşku kalmayacak denli moloz kaldırılmıştı (Bkz. “16. Bölüm: Howard Carter Tutankhamun’u Buluyor!”)…
Hasan Ali Yücel, dünya klasiklerinin çevrilmesinin Türk hümanizmasının doğmasına katkısı konusunda şöyle der: “Kültür anlayışımızda milliyetçiliğin tecellilerinden biri de Cumhuriyet’in daha ilk zamanlarında, Arapça ve Farsçayı kaldırmamız olmuştur. Bu boşluğu da o seneler ve bu yakınlarda Latince ve Yunanca ile doldurmaya başladık.”
Bu konuda İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Bilim Tarihi Dalı'nda yüksek lisans yapan Burak Güngör, 2013'teki "Matematik Terimlerini Türkçeleştirme Hareketleri" adlı yüksek lisans tezinin 102-103. sayfalarında Osmanlıca terimlerin Türkçeleştirilmesi hakkında şunları tespit eder:
“1938 yılında basılan ve okullarda okutulan Geometri I adlı kitaba bakıldığında yüzey, doğru, silindir, paralel, dikey, kare, dikey dörtgen, küp, dikey dörtgenler prüzması, açı, üçgen, bütey açı, yüre (küre), simetri, ikizkenar üçgen, dikey üçgen gibi 3. Kurultay sonrası yenilenmiş halleri ile yer aldığını görmekteyiz.
Aynı değişim 1938 yılında Kültür Bakanlığınca kurul tarafından kılavuz kitap olarak basılan Aritmetik adlı matematik kitabında da görülmektedir. Eserde ekzey (alıştırma), sayı, ertey (basamak), toplay (toplama), çıkay (çıkarma), çarpay (çarpma), böley (bölme) gibi yeni terimlere rastlanmaktadır. Ayrıca daha sonradan terk edilecek olan onometre (dekametre), yüzometre (hektometre), binometre (kilometre), ondametre (desimetre), yüzdemetre (santimetre), bindemetre (milimetre) gibi oldukça başarılı Türkçeleştirilmiş olan terimleri 3. Kurultayda alınan ‘Kökü Türkçeden gelen Kültür dünyasında müşterek olan (Elektrik, dinamo, metre, gram vb.) terimleri olduğu gibi almak’ prensibinden dolayı terk edildiğini görmekteyiz.
1939 yılında yayınlanan bir Kılavuz‘da 1938 baskısı Aritmetik ve Cebir kitaplarındaki terimlerden bazılarının düzeltilmesi istenmiştir. Kılavuz bindemetre yerine milimetre, ekzey yerine ekzersiz, çıkay yerine çıkarma, çarpay yerine çarpma, toğ yerine faiz fiatı, böley yerine bölme, işlev yerine işlem, denkley yerine denklem, dikey dörtgen yerine dikdörtgen, dikeyin çapı yerine hipotenüs gibi terim değişiklikleri önermektedir.
1939 yılında basılan İlk Aritmetik ve Geometri kitaplarında bu yenilenen terimlerin kullanıldığını görmekteyiz. Böylece eski (Osmanlıca) matematik terimleri 1938 yılından itibaren yerini yeni terimlere bırakmıştır.”
Demek ki 1939'daki Eğitim ve Öğretim için "Dikeyin Çapı" yerine Yunanca “Hipotenüs” önerilmekle kalmamış, değiştirilmiş ve bu değişiklikle birlikte Atatürk'ün bir çıkarımı olan “Dikeyin Çap Karesi” terimi de “Pisagor Teoremi”ne dönüştürülmüş, dolayısıyla bu değişikliklere göre İnönü, Millî Mücadele’deki tarihi şahsiyetinden sıyrılıp kişisel bir tasarrufta bulunmuştur!
Resim 3. Başvekil Menderes, “İnönü kenara çekilsin. Aksi halde tarihi şahsiyeti bırakılıp CHP lideri için muamele yapılacak” dedi. Menderes’e göre CHP lideri yaşına uygun hareket etmediğini belirterek (ki İnönü 70 yaşında olmasına rağmen kendisine mukavemet gösteriyordu) “Bize yumruk atan İsmet Paşa’yı alır layık olduğu muameleyi yaparız” dedi. Bkz. 22 Eylül 1958.
Burada söz konusu olan “Hipotenüs” teriminin Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti dönemlerindeki kullanımları şöyle olmuştur.
“Hipotenüs” Teriminin Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti Dönemlerindeki Kullanımları
Öncelikle “Hipotenüs” kelimesi Apollodorus’taki “ἡ τὴν ὀρθὴν γωνίαν ὑποτείνουσα (γραμμή veya πλευρά)”dan türetilerek “dik açıya karşı gelen kenar” anlamına gelir. Yunanca “ὑποτείνουσα (hupoteinousa)” terimi Geç Latince’ye “hypotēnūsa” olarak ödünç verilir ve oradan da “-e” sonekiyle “Hypotenuse (Hipotenüs)” yazımı Fransızca’dan gelir (Estienne de La Roche-1520). Bkz. Daha fazla bilgi için “Hypotenuse” sayfasındaki “Etymology” bölümüne.
Hipotenüs ile birlikte gelen Pisagor teoremi ise antik dönemde “Hecatomb Teoremi” ve Bizans döneminde, özellikle mimarlıkta, “Kareler (Skadras) Kuralları” olarak anılıyordu. Bu son kural adından anlaşılacağı üzere kare içinde kare, dolayısıyla bu 2 kare arasında kalan 4 eş dik üçgende geçerli oluyordu (Bkz. “Visual Proof of The Pythagorean Theorem”).
Eğer “Hipotenüs” kelimesini TDK’da taratırsanız, sadece Türkçe Batı Kökenli Kelimeler Sözlüğü’nde şu sonuçların verildiğini görürsünüz:
TÜRKÇEDE BATI KÖKENLİ KELİMELER SÖZLÜĞÜ
hipotenüs
Fransızca hypoténuse
Bir dik üçgende, dik açının karşısında bulunan kenar: § 1. Veteri kaime, 2. Kaim veter, 3. Dikayin çap, 4. Hipotenüs." -Peyami Safa, Osmanlıca Türkçe Uydurmaca, 41.
Burada anılan kaynakta Peyami Safa, 12 Kasım 1939 tarihinde aldığı bir mektupta bazı matematik terimlerini, geçirmiş olduğu aşamalarla birlikte, aynen şöyle verir (Bkz. “Osmanlıca-Türkçe-Uydurmaca”, Terim Rezaleti, S. 66):
I. 1. Veteri kaime, 2. Kaim veter, 3. Dikeyin çapı, 4. Hipotenüs.
Bu kelimelerden ilk ikisi Osmanlı döneminde, 3.’sü Atatürk döneminde kullanıldı ve 4. ve sonuncusu 1939’dan itibaren günümüze kadar kullanılmaktadır. İşte Atatürk (ki Osmanlıca, Yunanca, Fransızca ve Türkçeye hakimdi) bu ilk 2 kelimeyi 1937’de Türkçeye çevirirken 3. kelime ortaya çıktı. Fakat 1939’da devam eden terimlerin Türkçeleştirme çalışmalarında kelime sadece Batı ile iyi ilişkilerinin kurulması adına Fransızca kullanımına terk edildi. Kelime bu haliyle ne Osmanlıcada ne de Türkçede hiçbir anlam ifade etmiyordu! Bu durum örneğin Covid-19 ile birlikte ortaya çıkan “Pandemi, Filyasyon, Entübe” gibi gündelik hayatımızda yer edinen tıbbi terimlerin karşılıklarının TDK tarafından 2022’deki Türkçe Sözlük’te yer alacağının belirtilmesiyle daha da açık hale gelmiştir.
II. 1. Yesari müstakimler, 2. Sapık doğrular, 3. Aykırı doğrular.
III. 1. İki meçhullü muadele heyeti, 2. Neğbileyli dengiley sistem, 3. İki bilinmeyenli dengilem sistemi.
IV. 1. Zaviyei münferice, 2. Aput açı, 3. Geniş açı.
Bunlardan 2. kelime Geometri kitabının 37. maddesinde “Oput açı” olarak geçer ve Atatürk bunu doğrudan Fransızcadan almıştı. Çünkü kelimenin Türkçesi yoktu. 1939’da bu kelime “Geniş açı”ya dönüştürüldü.
V. 1. Mütemmim iki zaviye, 2. Ütey iki açı, 3. Bütünler iki açı.
Yine 2. kelime aynı kitabın 41. maddesinde “Bütey açılar”a ve 1939’da da “Bütünler açılar”a dönüştürüldü.
VI. 1. Temami iki zaviye, 2. Tümey iki açı, 3. Tümler iki açı.
Buradaki ilk kelimenin Türkçesi 40. maddesinde “Tümey açılar”a ve 1939’da da “Tümler açılar”a dönüştürüldü.
Özetle bu terimlerden görüldüğü üzere Atatürk’ün Geometri kitabıyla başlattığı Türkçe terimlerin günümüzdeki kullanımları 1939’da büyük bir ölçüde ortaya konulmuş ve ortaya konulamayanlar ise Evrensel Kültür Dünyası’ndan olduğu gibi alınmıştır!
Fakat Pisagor teoremini Atatürk’e göre şöyle tanımlayabiliriz:
Şekil 4. ABC dik üçgeninin dik kenarlarından birine “Taban (Base)” ve diğerine “Yükseklik (Height)” dersek hipotenüsüne “Çap (Diameter)” deriz. Bu durumda ABC dik üçgeninde taban ve yüksekliğin ya da dik kenarların karelerinin toplamı çapın karesine eşit olur.
Bu şekilde [AB] hipotenüsüne sadece “Çap” dememiz yeterlidir. Çünkü böyle dediğimizde TDK Başuzmanı Agop Dilaçar’ın belirttiği gibi hipotenüs için bir ipucu vardır: “Çapı gören (çevre) açı diktir!” (Thales, Çember Teoremi, MS 6. yy. Bu bilgi Eski Babil’den geliyordu. Bkz. BM 85194 no’lu tabletteki 21-22. problemlere. Benzer problemleri MS 3049 no’lu tabletin 1-a ve 1-b’de görebilirsiniz). Yunancada bu dik açıya karşı gelen kenara “Hipotenüs” denir. Atatürk bu terimi Yunanca, Osmanlıca ve Fransızcadan “Dikeyin Çapı” olarak çevirdi (ki bu çevirmede Atatürk’ün 1894’teki Selanik’teki Askeri Rüştiye’sindeki matematik öğretmeni yüzbaşı Mustafa Efendi’nin katkısı büyüktür) ama buna gerek yoktu. Çünkü sadece “Çap” demek yeterliydi ve siz bunu söylediğiniz zaman, Thales’e göre zaten bu çapa karşılık gelen dik üçgendeki açı dik oluyordu. Fakat Atatürk bu durumun gayet farkındadır ve bu yüzden Şekil 3’teki notta çapın üzerine “Ç. K. (Çapın Karesi)” yazdı. Bunları yazdığında Pisagor teoremine ilişkin arkeolojik araştırmalardan, dolayısıyla Neugebauer’de olduğu gibi çalışmalardan ve kitaplardan haberi yoktu (ki okuduğu antik döneme ait yabancı kitaplar arasında böyle bir kitap yoktur). Atatürk sadece Osmanlı dönemindeki matematik terimlerini bilimsel olarak Türkçeleştirmeye çalışıyordu. Yani İnönü ve uzmanları, 1938’den 1950’ye kadar Batıdaki kitapları Türkçeye çevirirken (ki bunun için bir tercüme bürosu kurmuşlardı) Atatürk, sadece bilimsel düşünceye dayanarak Batılı bilim adamlarının elde ettiği en son gelişmeleri çoktan Türkçeye çevirmişti! (Bkz. “Atatürk ve İnönü Arasındaki Fark”)