Başlıkta anılan çözümü Mathematica'da 06.12.2021, 06:25:18-39'da yapmama rağmen bu makaleyi yazmayacaktım aslında. Çünkü o sırada hem "Piobert-Parmentier Metodunun Q'daki Genelleştirilmesi" adlı makalemi yazıyor ve beraberindeki 26 Mathematica dosyasıyla uğraşıyordum hem de gereksiz görüyordum. Ama bu çözümle ilgili eski Babil tabletlerini araştırdıkça hayrete düşmeme rağmen yine yazmaktan vazgeçmiştim. Fakat karşıma Neugebauer çıkınca kıramadım ve Mathematica'daki çözümü Word'te kaydettiğim 06.12.2021, 06:15:36 tarihli Tablo 1.1.2'den başlayarak bu makaleyi yazmaya başladım.
Bu makaleyi yazarken bana ait olan şu 2 kaynaktan yararlandım:
1. Antik Matematiksel Astronomi Plimpton 322 & Çatalhöyük Tableti'nde Mathquake'in Dedektiflik Çalışması, 2006, SS. 86.
2. Babil Algoritmasından Modern Kök Algoritmalarına Doğru 4,000 Yıllık Bir Yolculuk, 2008, SS. 194.
Her 2 çalışmayı da Neugebauer'in Sachs ile birlikte 1 Ocak 1945'te yayımladıkları "Matematiksel Çiviyazı Metinleri" adlı kitabının "Chapter III. Problem Metinleri" bölümündeki Plimpton 322 (S. 38-41) ve YBC 7289 (S. 42-43) envanter numaralı tabletlerinde bıraktığı yerlerden devam ederek yaptım (ki Çatalhöyük tabletinin hikayesi ayrıdır. Fırsat olursa ona da bakarız). Bu bakımdan Neugebauer'in bende ayrı bir yeri vardır: Baba-oğul gibi. Tıpkı şuradaki gibi: "Oğul baba olacak, baba oğul olacak (The son becomes the father and the father becomes the son)"
İşte makalemi bu çalışmalardan oluşan iskelet üzerine şöyle oturttum:
I. 1. ve 2. sayfadaki 1.1.1.1'deki Neugebauer'in prosedürünü anılan bölümden çıkartmak suretiyle 1.1 ve 1.1.1'deki yazıların hepsini yukarıdaki 1. maddedeki çalışmamdan aldım.
II. 2. ve 3. sayfadaki 1.1.1.2 ve 1.1.1.3'teki hesaplar ve yazıların hepsi 1. maddedeki Plimpton 322'deki ilk çözümüme aittir. Orada bir fikir edinirsiniz diye ilk çözümden x1, x2 ve x3'ü demostrasyon (gösteri) olarak sundum.
III. 3. ve 7. sayfadaki 1.1.2 ve 1.1.3'deki hesaplar ve yazıları 2. maddedeki çalışmamdan aldım. Burada şuna dikkat ediniz: 1.1.3 nedeniyle 0 ve 1'i şimdi tartışmıyoruz, o sıralarda tartışılıyordu ve bu yüzden 2008'de 2006'daki çalışmama ek olarak 1.1.3'teki parçayı yazmıştım.
IV. 1.1.4'teki hesaplar ve yazılar 2021'e aittir.
V. 1.1.5'deki değerlendirmelerim yine 2. maddedekinden gelir. Orada 1. değerlendirmemde geçen M.Ö. 2650'ye tarihlenen Nippur kübitini İstanbul Arkeoloji Müzesi'ndeki tanıtım yazısında bir hata olduğu için incelemem ve sonuçlarını bildirmem ve Yüce Önderimiz Atatürk'ün Geometri kitabı nedeniyle tam bir bilgilendirmem yapmam gerekiyordu.
VI. EK 1 için fazla bir şey söylememe gerek yok, çünkü onu da 2. Çözüm'ü keşfettikten hemen sonra yapmıştım.
Şimdi sözü daha fazla uzatmadan makaleme şuradan bakabilirsiniz: YBC 7289 No'lu Tableti ve 2. Çözüm.
Not. Makaledeki resimlerin üzerlerine tıklarsanız daha büyük boyutta görebilirsiniz. Makalede en önemli bölüm, aşağıda ayrıntılı bir şekilde ele aldığım konudur (Bkz. S. 10-13). Bu konunun şimdiye kadar hiçbir yerde tartışılmamış olması, beni feci şekilde sinirlendi ve aynı zamanda üzdü de. Bana göre bu, Atatürk'ün "Eti" kelimesinin "Hitit" şekline çevrilmesinden daha az önemde değil. Çünkü bu konu doğrudan emperyalizme gidiyor!
Atatürk'ün Ölümünden Hemen Sonra Buharlaştırılan Bir Terim: "Dikeyin Çap Karesi"
Atatürk'ün, "Geometri" kitabındaki şimdilerde "Pisagor Teoremi" olarak anılan teoremi "Dikeyin Çap Karesi" olarak ifade ettiğini ve bu ifadeyi aynı kitaptaki "Hipotenüs" terimine karşılık gelen "Dikeyin Çapı" teriminden türettiğini "YBC 7289 No'lu Tableti ve 2. Çözümü" makalemin 10-13. sayfalarında belirtmiş, elimde 1937 ve 1938'de basılan matematik ders kitapları olmadığı için daha ileriye gidememiştim. Fakat İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Bilim Tarihi Dalı'nda yüksek lisans yapan Burak Güngör'ün, 2013'teki "Matematik Terimlerini Türkçeleştirme Hareketleri" adlı yüksek lisans tezinde bu konuya kesin bir açıklama getirmiş olduğunu görüyorum.
Atatürk, Adana Kız Lisesi'nde, 19 Kasım 1937. Atatürk Sivas Kongresi'ne ev sahipliğini yapan Sivas Lisesi'nden 6 gün sonra Adana Kız Lisesi'ne gelir ve fotoğraftaki sağ baştaki kız öğrenci Remziye Tatlı', şunları söyler: Atatürk'ün, "Oturun, geleceğin kültürlü anneleri" diyerek sınıfa girdiğini ve bu anı belgeleyen fotoğrafı ölene kadar sakladığını belirtir. Ders tarihti ve tahtaya kaldırdığı kız arkadaşına 4 soru sorduğunu ve hepsini bildiğini belirtikten sonra, yukarıdaki resimde gördüğünüz üzere, Atatürk'ün gözlerinin mavi (ki bu fotoğrafta sol gözünü yakalayarak mavi olduğunu gösterebildim), saçlarının sarı ve çok şık olduğunu bildirir. Atatürk yanına geldiğinde ise, kolunun kendisine dokunduğunu ve uzun yaşamasının sırrının bundan kaynaklandığını belirtir.
Burak Güngör, anılan tezinin 102-103. sayfalarında Osmanlıca terimlerin Türkçeleştirilmesi hakkında şunları tespit etmiştir:
"1938 yılında basılan ve okullarda okutulan Geometri I adlı kitaba bakıldığında yüzey, doğru, silindir, paralel, dikey, kare, dikey dörtgen, küp, dikey dörtgenler prüzması, açı, üçgen, bütey açı, yüre (küre), simetri, ikizkenar üçgen, dikey üçgen gibi 3. Kurultay sonrası yenilenmiş halleri ile yer aldığını görmekteyiz.
Aynı değişim 1938 yılında Kültür Bakanlığınca kurul tarafından kılavuz kitap olarak basılan Aritmetik adlı matematik kitabında da görülmektedir. Eserde ekzey (alıştırma), sayı, ertey (basamak), toplay (toplama), çıkay (çıkarma), çarpay (çarpma), böley (bölme) gibi yeni terimlere rastlanmaktadır. Ayrıca daha sonradan terk edilecek olan onometre (dekametre), yüzometre (hektometre), binometre (kilometre), ondametre (desimetre), yüzdemetre (santimetre), bindemetre (milimetre) gibi oldukça başarılı Türkçeleştirilmiş olan terimleri 3. Kurultayda alınan 'Kökü Türkçeden gelen Kültür dünyasında müşterek olan (Elektrik, dinamo, metre, gram vb.) terimleri olduğu gibi almak' prensibinden dolayı terk edildiğini görmekteyiz.
1939 yılında yayınlanan bir kılavuz‘da 1938 baskısı Aritmetik ve Cebir kitaplarındaki terimlerden bazılarının düzeltilmesi istenmiştir. Kılavuz bindemetre yerine milimetre, ekzey yerine ekzersiz, çıkay yerine çıkarma, çarpay yerine çarpma, toğ yerine faiz fiatı, böley yerine bölme, işlev yerine işlem, denkley yerine denklem, dikey dörtgen yerine dikdörtgen, dikeyin çap yerine hipotenüs gibi terim değişiklikleri önermektedir.
1939 yılında basılan İlk Aritmetik ve Geometri kitaplarında bu yenilenen terimlerin kullanıldığını görmekteyiz. Böylece eski (Osmanlıca) matematik terimleri 1938 yılından itibaren yerini yeni terimlere bırakmıştır."
Demek ki 1939'daki Eğitim ve Öğretim için "Dikeyin Çapı" yerine Yunanca "Hipotenüs" (ki bu Akadça'da "Köşegen" olarak kullanılıyordu. Bkz. Plimpton 322) önerilmekle kalmamış, değiştirilmiş ve bu değişiklikle birlikte Atatürk'ün bir çıkarımı olan "Dikeyin Çap Karesi" terimi de "Pisagor Teoremi"ne dönüştürülmüştür. Ve fakat, Atatürk yanlış bir şey yapmamıştı ve öğrenciliğinden kalma bu terimi arkeolojik bulgulara dayanarak mükemmel bir şekilde Türkçeleştirmişti. Çünkü "Hipotenüs" demek "bir dik üçgende dik açının karşısındaki kenar" demekti ve "Hecatomb Teoremi" olarak da anılan Pisagor Teoremi Bizans döneminde "Kareler (Skadras) Kuralları" olarak anılıyordu ve bu kural adından anlaşılacağı üzere kare içinde kare, dolayısıyla bu 2 kare arasında kalan 4 eş dik üçgende geçerli oluyordu (Bkz. "Visual Proof of The Pythagorean Theorem").
Atatürk, Pisagor Teoremi'ni nasıl Türkçeleştirmişti?
Öncelikle Atatürk henüz Küçük Mustafa iken, bu teoremi 1894'te Selanik'teki Askeri Rüştiye'de okurken matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa Efendi'den öğrendi. O, Küçük Mustafa'daki matematik yeteneği ve zekası karşısında sınıftaki diğer Mustafa'lardan farkı belirtmek için "Kemal" adını verdi ve böylece kendisi "Mustafa Kemal" adıyla anılır oldu. Fakat Mustafa Kemal 13 Mart 1896'da Manastır Askeri İdadisi'ne girdikten sonra bütün hayatını askerliğe adadı, dolayısıyla matematikten uzaklaşmak zorunda kaldı.
Atatürk'ün Okuduğu Okullar
Mustafa Kemal Manastır Askeri İdadasi'nde okurken Ömer Naci ile arkadaşlık etti. İleride ünlü bir hatip olarak tanınacak ve Birinci Dünya Savaşı’nda Teşkilât-ı Mahsusa Müfreze Komutanlığı yaparken tifodan vefat edecek olan Ömer Naci, Mustafa Kemal'in hitabet ve edebiyat sevgisinde etkin rol oynadı. Yakın arkadaşlarından biri olacak Ali Fethi (Okyar) de bu okulda öğrenci idi. Genç Mustafa Kemal, askerî öğreniminin yanı sıra yabancı dil öğrenimini de ihmal etmiyor; yazları izinli olarak Selanik'e döndüğü zaman Fransızca dersleri alıyordu.
Genç Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisi'ni de başarı ile bitirerek 13 Mart 1899 tarihinde İstanbul’da Harp Okulu’na girdi. 3 senelik başarılı bir Harbiye öğreniminden sonra 10 Şubat 1902'de bu okulu teğmen rütbesiyle bitirdi ve öğrenimine Harp Akademisinde devam etti. 1903 yılında üsteğmen olmuştu. 11 Ocak 1905 tarihinde de kurmay yüzbaşı rütbesiyle Harp Akademisinden mezun oldu. Harp Okulu'nda ve Harp Akademisi’nde de zekâsı, yetenekleri ve üstün kişiliği ile kendisini arkadaşlarına ve hocalarına tanıtmış, onların içten sevgi ve saygısını kazanmıştı. Askerlikle ilgili derslere büyük ilgisinin yanında matematik ve edebiyat dersleriyle güzel söz söylemeye karşı da merakı ve eğilimi vardı. Harp Okulu’nda ve Harp Akademisi’nde, memleket ve millet davalarıyla ilgilenmesi, düşüncelerini cesaretle ifadeden çekinmemesi sebebiyle aydın ve inkılapçı bir subay olarak tanınmıştı. Devir istibdat devri idi ve bu davranışları aleyhine olabilirdi; ancak çevresinde gerçekten çok sevilişi, düşüncelerinde samimi oluşu, onun herhangi bir tertibe kurban gitmesini önlemişti. Bununla beraber Harp Akademisi’nden mezuniyetini izleyen günlerde istibdat ve padişahlık rejimi aleyhindeki düşünceleri ve durumu, şüphe çekerek birkaç ay İstanbul’da tutuklu kaldı; sonra 5 Şubat 1905 tarihinde Suriye bölgesine, Şam’a atandı.
Fakat Atatürk, 3. Dil Kurultayı'ndan hemen sonra 1936-1937 kış aylarında Dolmabahçe Sarayı'nda son kültür hamlesini yaparken öğrenciliğine geri döner ve öğrenciliğinden kalma sağlam matematik bilgileriyle "Geometri" kitabını yazmaya başlar. Bu kitaptaki Türkçe terimler içinde bir dik üçgende "Hipotenüs"e karşılık "Dikeyin çapı" ve "Pisagor Teoremi" yerine de "Dikeyin Çapının Karesi" diyerek bu terimlerin de isim babalığını yapar. Öyle görünüyor ki Atatürk öğrenciyken Yüzbaşı Mustafa Efendi'den çok iyi bir matematik eğitimi almış ve bu teoremi tüm yönleriyle öğrenmiş gözükür. Çünkü Yunanca'daki "Hipotenüs" terimi bir dik üçgende "dik açının karşısındaki kenar" demekti ve Yunanlılar bu teoreme, kareler içinde düşündüklerinden "Kare Kuralı" diyorlardı. Atatürk ise, 12. sayfadaki şekilde gördüğünüz üzere bir dik üçgeni çember içinde ele aldığından, dolayısıyla hipotenüs çapa karşılık geldiğinden "Hipotenüs"e "Dikeyin Çapı" ve teoreme de "Dikeyin Çapının Karesi" diyordu. İşte bu yeni Türkçe çıkarımlarını yapabilmek için teoreme ilişkin sağlam bir matematik bilgisine ve sağlam Yunanca'ya ihtiyaç var ve arkeolojik gelişmeleri de yakından takip etmek gerekiyor. Atatürk bunların hepsine vakıftı ve geriye teoremi Türkçeleştirmek kalıyordu. Atatürk, bu teoremi mükemmel bir şekilde Türkçeleştirdi ama ölümünden hemen sonra değiştirildi. Peki neden?
Diğer sorularımız şöyledir:
1. Hangi ihtiyaçtan dolayı bu teorem Osmanlı dönemindeki gibi Pisagor Teoremi'ne dönüştürüldü?
2. Bu dönüşüm için resmi ve bilimsel gerekçeler nelerdir?
Bilindiği gibi 1937 yılından önce öğrenciler matematiği Osmanlıca terimlerle öğreniyorlardı. Daha doğrusu öğrenmiyorlar, ezberliyorlardı. Bu nedenle 1937 yılının Kasım ayında yeni bir eğitim ve öğretim yılına girilirken Türk Dil Kurumu’nun çeşitli bilim dallarına ait Türkçe terimleri saptadığını, bu sayede dilimizin yabancı dillerin etkisinden kurtulma yolunda esaslı bir adım attığını ilan eder. Aynı yıl okullarda eğitim Türkçe terimlerle basılmış olan kitaplarla başlar ve bu olay kültür hayatı için önemli bir adım olur. Atatürk, dilde özleşmeyi olanakların son kertelerine kadar zorlamış, bilim ve düşün dilinin sadeleştirilmesinin ve eğitimin Türkçe yapılmasının gerekliliğini önemle vurgulamıştır. Yani O'na göre bir kelimenin en iyi Türkçe karşılığı neyse onun kullanılması gerekiyordu. Ama Maarif Vekilliği, Aritmetik ve Cebir Kitabının 1938 baskısı ile 1939 baskısı arasındaki terim farklarını gösterir Kılavuz'daki (İstanbul, Maarif Matbası, 1939) bu değişiklikler bu anlamda değildi!
Peki, "Pisagor Teoremi" adı nereden geliyordu?
Bir dik üçgende metrik bir bağıntı olan bu teoremin Pisagor adıyla anıldığını hiçbir eski kaynak görmedim. Çünkü anılan teorem eski metinlerde çeşitli adlarla anılıyordu ama hiçbir zaman Pisagor adıyla anılmıyordu. Örneğin Atina Üniversitesi Matematik Bölümü'nden Maria D. Chalkou, 1436 yılında (İstanbul'un fethinden 17 yıl önce) Grek dilinde yazılmış ve adına "Code 65" denilen el yazmasındaki aritmetik problemleri incelerken "Skadra kuralı (κανών της σκάδρας)"ndan bahseder. Bu, el yazmanın yazarı (ki el yazmanın orijini ve yazarı bilinmez ama problemlerden ve ve problemlerdeki yaklaşımlardan onun bir mimar olduğu anlaşılıyor) tarafından ifade edilen şeklidir ve bu kuralla ilgili problemlerin çözümünde Pisagor'dan söz etmez!
Tarihçimiz Cengiz Özakıncı'ya göre "Pisagor Teoremi" adı Batı tarafından Türkler'e karşı psikolojik bir savaş aracı olarak üretildi. 1453 yılında Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u alması, Batı'da "eyvah, Doğu Roma'yı aldı, şimdi Batı Roma'yı da mı alacak?" kaygısını uyandırdı. Ve Vatikan düşündü ki, "ne yaparsak yaptık, din birliğini sağlayamadık, Müslüman Türkler'e karşı. Müslüman Türkler ilerlediler ilerlediler, en sonunda İstanbul'u da aldılar. Biz de hep bunu din birliğiyle önleriz diye çabalar sarf ettik. Ama din birliği buna engel oluşturmadı. Öyleyse ne yapmalıyız? Öyleyse Avrupa halkına yeni bir düşünce vermeliyiz. Hem din ile çelişmesin, ama din birliği değil de ırk birliği temelinde bir birlik sağlayalım. Bir de bunu deneyelim..."
Devamını "Antik Yunan Yüceltiminin Türk Karşıtı Tarihsel Kökleri"nden izleyerek öğrenebilirsiniz.
GÜNCELLEME 09/11/2022 18:52:37
YBC 7289 no'lu tabletin 2. çözümü Özkan Değer Hoca'nın "Matematik Tarihi" adlı makalesinin 26-27. sayfalarında geçer. Yani oradaki 27. sayfada verilen tablo makalemdeki Tablo 1.1.2 ile bire bir aynıdır. Fakat oradaki yöntemin sadece bir tahmin olduğu ve bunu destekleyecek herhangi bir tabletten söz edilmez!
Burada söz konusu olan Özkan Hoca'nın makalesini dün Tavole 6.4-Plan 3'te çalışırken "Kırık Bambu" problemi için "Chou Pei"yi internette taratırken fark ettim ve 27. sayfadaki tabloyu görünce Tablo 1.1.2 ile aynı olduğunu anlamakta gecikmedim. Ancak Özkan Hoca'nın sözüne ettiği yöntemin anlaşılabilinmesi için "YBC 7289 No'lu Tablet İçin 2. Çözüm" makalemdeki bilgilere ihtiyaç vardır. İşte o zaman, tabletteki 1;24,51,10 değerinin nasıl elde edildiğini en açık şekliyle anlamış olursunuz!
11.04.2022 tarihinde yayımladığım "YBC 7289 No'lu Tabletin 2. Çözümü" makalesinden sonra kafa dinlendirici bir çalışma daha yapayım, dedim. Çünkü RİK 5 için çok zaman ve araştırma gerekiyordu. Bu nedenle başlıkta anılan çalışma için geçmişten kalan birikimimle bir şeyler yaparım, dedim. Ama öyle olmadı ve düşündüğümden daha fazla zaman aldı. Bu çalışma adeta elimde yapıştı, kaldı. Yani atsan atılmıyor, satsan satılmıyor gibi bir şey oldu adeta. O zaman şu işe esaslı bir şekilde girişeyim, dedim ve gerekli çizim aletlerini satın aldıktan sonra Leonardo da Vinci ve Cesare Cesariano'nun "Vitruvius Adamı" çizimlerini A3 formatında ve lüks kartona birkaç adet bastırdım.
Türk-İspanyol ve Hollanda ortak yapımı olan "İstanbul Kanatlarımın Altında" filmi 1996'da gösterime girdi. Fakat filmin konusu Da Vinci'nin "Uçuş Çalışmaları" idi. Keşke İtalyanlar da bu ortak yapıma katılsalardı!
Başladım çalışmaya... Bu çizimlere onlar gibi cetvel-pergel ile çalıştım ve zorlandığım yerlerde de Autocad ve optik olarak cep telefonu kullandım. Da Vinci ne diyorsa pergelle çiziminde kontrol ettim ve doğruysa Autocad'te işledim. Takıldığım yerlerde de araştırma yaptım. Örneğin 9. maddedeki "Göğüs üstünden saç köklerine kadar olan bölüm adamın 2. parçasıdır ve göğüs üstünden saç köklerine kadar olan mesafe, boyun 7'de 1'idir" bilgisi doğru değildi. Bunun neden doğru olmadığı makaleme yazdım ve Autocad dosyasında da gösterdim. İşin kötüsü bu bilgi Da Vinci'nin çizim sayfasından geliyordu ve Hollandalı bir uzman (artık nasıl okuduysa. Çünkü Da Vinci, tersten (ayna tekniği) ve el yazısıyla yazmıştı ve bu yüzden yazıların okunması oldukça güçtü), böyle çevirmişti. Bu çeviriyi İngilizce ve Türkçe kaynaklarda da gördüm ve onlar yanlış çeviriyordu. Çünkü Hollandaca'ya göre orada "Ayak 7. kısımdır" deniyordu. Bu, İtalyanlara ilk kızdığım yerdi. Yani bu çeviriyi bir İtalyan uzmanın yapması ve tüm dünyaya dağıtması gerekiyordu. Fakat Cesariano'da durum daha da feci. Çünkü onun "Vitruvius Adamı" çizimi (ki bunun sadece ticaretini yaparlar. Yani bu çizimi sitelerde poster olarak satarlar) ve bu çizime ilişkin metni Latince ve İtalyanca'dan başka bir dilde kaynak görmeniz mümkün değil. Bu nedenle ilk başlarda bu çizim için Cesariano'nun 15.7.1521'de yayımladığı mimar Vitruvius'un "De Architectura" kitabından Latince çalışıyordum. Bakmayın siz bu kitaba Cesariano'nun İtalyanca çevirisi denmesine, o günkü dil Latince ağırlıklı olduğundan halen Latince idi. Sonra Cesariano'nun çizimlerinin yer aldığı 3. kitabı Alessandro Rovetta'da buldum (Bkz. "Vitruvio De Architectura Libri II-IV i materiali, i templi, gli ordini". Bu kitaptan sadece 3. kitaptaki Cesariano'nun çizimlerinin olduğu sayfaları aldım). Fakat Latince'de gördüğüm şeyleri İtalyanca olarak burada da görünce Cesariano'nun çizimlerine Da Vinci'nin çizimine göre çalışmaktan başka bir yol kalmadı. Yani bu sefer 2 kat çalışmam gerekiyordu. Çünkü Cesariano, Da Vinci gibi "Vitruvius Adamı" çiziminde vücut parçalarının uzunluklarını söylemiyordu. Ama iyi ki de çalışmışım, çünkü bu sayede Da Vinci'nin çizimine daha teorik bir gözle bakış derinliği kazandım. Bunun nedeni Cesariano'nun ressam, mimar ve aynı zamanda mimar teorisyeni olmasından kaynaklanıyordu. Fakat daha önceden piramitlerde çalışan mimar Celeste Rinaldi ve Vito Maragioglio'nun kitaplarını yalayıp yuttuğum için Cesariano'nun dili ve çalışmaları benim için zor olmadı. O, anılan kitaplarda "Vitruvius Adamı" çizimini daha çok sanat ve mimarlık tarihleri üzerinden değerlendirir...
Şimdi lafı fazla uzatmadan çalışmalarımı vereyim.
1. Avrupa Rönesansı'nda "Mükemmel Adam" Figürleri, 02.07.2022, 02:05:46.
2. Da Vinci'nin Çizimleri: PDF, Autocad.
3. Cesariano'nun Çizimleri: PDF, Autocad.
Eski Çalışmalarım:
4. İnsan Oranları, 30.06.2022, 17:14:26, SS. 12.
5. Vitruvius Adamı, 30.06.2022, 17:14:35, SS. 18.
Not.
1. Da Vinci ve Cesariano'nun çizimlerindeki adamın üreme organı (fallus) ayrıntılı bir şekilde çizilmiş olup, çalışmalarıma bakarken bu duruma dikkat etmenizi rica ederim!
2. 27. sayfada "Çek Bir Arjantin!" başlıklı yazımda Nestor Montalbano'nun "Arjantin 1976" videosunu kaldırdığını bildirmiştim. Araştırmama göre Montalbano bu videoyu telif hakkı nedeniyle kaldırdığını söylemişti. Ama şimdi bu videoyu tekrar yayına koymuş!
Montalbano bu videolarda Arjantin'in tarihini yıl yıl medyatik bakış açısıyla kıvrak bir şekilde anlatır. Bana göre onun bu videolarının çok izlemesinin nedeni de bu olsa gerek. Bu videolardan 3'ünün linkini aşağıda veriyorum:
2.1. Arjantin 1976: Bu videoda 24 Mart 1976'daki darbenin adım adım nasıl geldiğini Montalbano'nun bakış açısıyla gayet açık bir şekilde görebilirsiniz. Bana göre Arjantinliler Avrupai bir hayat sürmek istemişler ama ülkenin imkanları bunu karşılayamamış ve bir dizi olay sonunda darbe olmuştur. Bu, size bir yerden tanıdık geldi mi?
2.2. Arjantin 1977: İspanyol şarkıcı Julio Iglesias'ın damga vurduğu yıl. Onun şarkıları darbeden bunalan Arjintinlilere ilaç gibi geldi!
2.3. Arjantin 1978: Arjantin'in dünya kupasını kazanmasındaki mimar hiç şüphesiz Devlet Başkanı (El Presidente) Jorge Rafael Videla'dır. Maradona o sırada 18 yaşındaydı ve Menotti'nin onu neden oynatmadığı sonraki yıllarda anlaşıldı (Y.N. Solcu kardeşlerimiz Menotti için şu videoyu izleyebilir: "78 Dünya Kupası'ndan 30 yıl sonra: Arjantin zafer ve korku arasında"). 1982 dünya kupasında ayakta duramıyordu (ki onun yüzünden Brezilya-Arjantin maçında arkadaşlarla iddiaya girmiştim ama resmen hayal kırıklığı yaşamıştım). Oysa 1978 dünya kupası yetenekten çok fiziki güç istiyordu. Ama gerçek bu iken Maradona Menotti'yi asla affetmedi!
O sırada 10 yaşındaydım ve ne kadar doğru olduğunu bilemiyorum ama şöyle bir söylenti vardı: Rosario'daki maçlarda içeride futbol oynanırken stad dışında katliam oluyordu!
Askeri yönetim dönemi boyunca 30,000 kişi kayboldu ve Arjantinli anneler ilk kez 25 Mayıs 1978'de sokaklara döküldü. "Cumartesi Anneleri" adı buradan gelir!